Translate

16 Aralık 2014 Salı

Ölüler Evinden Anılar



Dostoyevski ile sadece sekiz senecik hapis hayatına var mısınız? Bu eserinde Aleksandr Petroviç kılığında kendi hapis hayatından kesitler sunuyor. Her ne kadar Petroviç karakterinin yaşadıklarını okusak da arada yazdığı yorumlarda bir yaşanmışlık olduğu bariz ortada.

Petroviçin hapise neden girdiği değil de bizi daha çok orada yaşadıkları ilgilendiriyor, Zaten hapiste hapise giriş nedeni sorulmaması gerektiğini öğreniyoruz. Sayfaları geçtikçe yavaş yavaş sizde yan koğuşa yerleşiyorsunuz aslında. Sekiz yıl boyunca bedenen hiç yalnız kalamıyorsunuz mesela, ama ruhen baya bir uzaklardasınız. İş yapmaya götürülen mahkumlar uzaklara bakarken sizde seyre dalıyorsunuz; ta ki çavuş sizi uyarana kadar. Her yerde olduğu gibi burada da sınıf ayrımını görüyoruz. Diğer yerlerden farklı olarak "alçak kesim" "soyluları" dışlıyor. Elbette konuştukları olur ama görülmeyen bir çizgi vardır ortada; bu çizgiyi kim kaldırabilir ki...

Alçak kesim ve soyluluk ayrımından daha geniş bir ayrım var aslında, İki çeşit insan görürsünüz burada; umudu olanlar ve umutsuzlar. Umudu olanlardan bahsetmeyeceğim, fazla toz pembe. Umutsuzlara doğru eğilmek lazım. Tüm gün dua edip daha sonra çavuşu öldürmeye kalkmada müthiş bir umutsuzluk gizlidir. Burada öleceğini düşünüp eviymiş gibi yerleşmeyi düşünürler. Pes etmenin vücut bulmuş halini görürsünüz. Hırsızlıklar ve kavgadan daha çok insanın canını sıkan bir şey varsa bu da kalabalık içinde yalnız olmaktır. 

Neden ölüler evi dendiğini eseri okuduktan sonra daha iyi anlıyoruz. Hapisten çıktıktan sonra insanlardan uzaklaşmak daha çekici geliyor, dışarıdaki insanlar fazla canlı değil mi?  Yazar bazen yüzünü okuyucuya dönüyor ve romanı bir kenara bırakıp sizinle muhabbet etmeye, sorular sormaya başlıyor. Sizi düşünmeye itiyor. Sizi bazen güldürse de genelde bir çaresizlik hakim durumda.Bu arada sahiden suçlu gerçekten kim?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder